İnşatçiler eskiden ne kadar namusluymuş.
(Sayıları azalmış olsa da, günümüzde namuslu kalan inşaatçileri ayrı tutarım, yani tenzih ederim.)
Neden “eskiden namusluymuş” diyorum?
Anlatayım:
Deprem bölgelerinde toz ufak olarak yıkılan binalarınkolonlarındaki iri taşları gördük.
Betona katılan iri taşlar, dere kumu ve saire gibi maddelerin inşaatlarda kullunılması yasak.
Ama her toz olmuş binada varlar.
TV’de nefretle izlerken birden hatırladım.
Şöyle 40 yıl öncesine gittim, inşaatların önünden geçerken görürdük.
Ne görürdük bakınız.
Yaklaşık 1.5 metre eninde ve yüksekliğinde, daha büyük de olabilir, bir kalbur vardı. Eya elek diyelim.
Kalın tahta çerçeveyi pencere gibi düşünün, çerçeveye ince delikli tel gerilmiştir.
Çerçeve iki ayakla, 30 derece kadar arkaya eğilerek dik tutuluyordu.
Kamyonlar kumu bu kalburun önüne indiriyordu.
İşçiler kürekleri kuma daldırıyor ve çerçeveye gerilmiş delikli tele atıyorlardı.
İnce deliklerden sadece kum öte yana geçebiliyordu. Taşlar ve kum tanesinden büyük maddeler ön tarafta kalıyordu.
Eski inşaatlar neden yıkılmadı? Diyoruz.
İşte yanıtı:
İnşaatı ypanlar namusluydu!
Vay ,vay, vay. Namussuzluk ne zaman nasıl bu namussuzların içini veba gibi öldürdü.
1980 sonrasına gidersek, köşe dönücüler çağını hatırlarız. Hükümetin başı Özal’dır. “Benim memurum işini bilir” diyerek rüşveti masumlaştırır.
Özal gerçekçidir, ekonomiye çağ atlatır.
Ühlü iktisatçı Adam Smith’in (1723 - 1790) "laissez-faire, laissez-passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ilkesini benimsemiştir.
Devlet ekonomik hayata müdahale etmemelidir. (Bizde, ne haltederse karışma anlaşılır.)
“Adam Smith, Ulusların Zenginliği kitabında şöyle yazıyordu: "(Her birey) kendi çıkarı peşinde koşarken, sıklıkla, etkin olarak topluma katkıda bulunur." Bunaa göre, herkesin bencil olduğu bir toplumda da uyum, bilinçli bir müdahale olmasa da, kendiliğinden oluşacaktır. Bu kendiliğindenliği sağlayan görünmez el, piyasa ilişkileridir.. Yani Smith, doğal düzenin kişisel çıkara göre oluşacağı inancındadır. Bu bakımdan Smith'in doktrini fırsatçı (oportünist) ve gerçekçidir (realist).
Özal, (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ilkesini uyguladı.
Bizde bu kafa maalesef kendi ahlaksızlarını yaratır. Daha doğrusu namussuzları ortaya çıkarır.
“Liberal ekonomi Türkiye’yi zenginleştirir” derken yerli insan malzemesinin kapitalizm eğitimsizliğini i Özal bilmiyormuş meğerse… Yoksa biliyor muydu?
İşte bizim memlekette çıkarcılık dedin mi, “Keriz kravcılığı” serbesttir anlaşılır.
Keriz kimdir?
Serbest ekonomi piyasasının, elbette borsa dahil, üç kağıtçıları kendilerine “uyanık”, parasını çarptığı imasimlara “keriz” der.
Bunlar naylon fatra ile hayali ihracat yapar, çergi iadesi alırlar.
Uyanklar, Özal döneminin yıldızlarıydı. Onlar, vatandaşın birikimini yalayıp yutan bankerlerdi.
Banker diyoruz ama; daha doğrusu ucuza bir banker tabelası yaptran, dükkanına asan kaldırım dolandırıcılarıydı.
*
Fenerbahçe’nin efsane fuutbolcusu Lefter Küçükandonyadis bir gün ziyaretime gazeteye geldi.
Rahmetli Lefter abi eski dost, saygın büyüğümdü. Üzgündü. Bankerliğin bittiği tarihlerdi, en büyükleri Kastelli iflasını bildirmişti. Diğer uyanıklar ise hapisteydi.
Lefter Küçükandonyadis’in Kastelli’de 180 bin lirası varmış. Kastelli parasını vermiyormuş. Lefter abi, “Bundan başka param yok” diyordu.
Vay canına, futbolun bugününde ktif olsaydı 180 bini çerez sayar, milyonlarca dolarlık servetiyle rahat yaşardı.
Lefter’in geldiğini duyan sinyor da (Can Bartu) odama geldi. Gazetenin yazarıydı.
Eski takım arkadaşları kucaklaştı, hal hatır sordular. Can da, Kastelli meselesini öğrendi.
Lefter abi 180 bini kurtarmanın çaresini arıyordu. “Ne yaparız?” dedi.
Sıkıntılara çare olan dostları aradım, onlar kastelli’yi aramış, Lefter abinin parası hazırmış.
Rahmetli ç ok sevindi. Ertesi gün telefon etti, parayı almıştı.
Kastelli sahici bankerdi. İşini dürüstçe sürdürürken giderek çoğalan, ağırlaşanan parayı yönetemedi ve battı. Bbinlerce masumu da kendisiyle birliktebatırarak boğdu.
Bankerler dönemi flaketti. Toplumdaki dar gelirli vatandaşın üç kuruşluk varını yoğunu alarak gazinolarda yediler.
Keriz avı beceri sayıldı. Toplumda yayılan “Keriz – uyanık” ahlaksızlığı elbette inşaat sektörüne de bulaştı.
Uyanık müteahhidin (bunların çoğu keserini kapıp büyük kentlere inen marangoz veya duvarcı ı vs. ustalardı) temelin harcına olabildiğince taşlı kum, daha doğrusu kumlu taşlar konuyordu.
“Üf be, o biçim para kazanıyorlardı.”
Binayı hayatta tutan kolonlar bile taşlı harç ile ve de ince demirlerle yapılıyordu.
Böyle böyle günümüze gelindi. Son depremin yıkıntılarında görmekteyiz.
*
1999 Gölcük – Kocaeli depreminde akıgazetemi şu manşetle çıkarmıştım:
DEPREM DEĞİL MÜTEAHHT ÖLDÜRÜR.
Bu manşet gdillere düştü ve bugünlere – deprem değil, bina öldürür – olarak geldi.
Yanlış. Bina nasıl öldürsün, cansız garbim. İnsan ahlaksız ise çürük inşa ettiği bina çöker, o zaman insanlar ölür.
Kentten köye tüm yerleşim bölgeleri depremle yıkılır ve binlerce masum ölür.
Dünyanın gelmiş geçmiş seri katillerini araştırdım; en büyük cani 300 kişiyi öldüren Pedro adında bir Meksikalı ama a300 cinayete abartma yorumları da mevcut.
İkinci sırada Karındeşen Jack var, 17 can almış.
Bizim depremlerde ise onbinlerce canımız hayatını kaybediyor.
Failler kimler: İnşaatı hileli yapan müteahhit ve kontrol raporna cürük inşaatı sağlam diye yazan kamu personeli. Neden çürüğe sağlam diyor memur, çünkü rüşvet alıyor. Müteahhit ile memur elele veriyorlar. O binada yaşayacak insanların yaşamına son verecek tuzak binayı sağlam diye yutturuyorlar.
Bunlar kendilerine uyanık diyor, ben de ahlaksız katiller diyorum.
Bir numaralı seri katil Pedro 300 insan öldürmüş. Mteahhitlerin ve kusurları görmezden gelen memurların işlediği cinayetler yanında Pedro çırak kalır.
Depremlerdeki can kaybını önlemek için önce ahlak gerekiyor, ahlaksızları seri katil olarak yargılamak gerekiyor. Eski deyimle, ibret_i alem olsun diye.
Faziletli yöneticiler gerekiyor.
Ahlaklı müteahhit ve faziletli yönetici, ikisini bir araya getiren “Tombala!” desin de orada yaşayalım.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Tevfik Yener
SERİ KATİLLERİN DÜNYASI
İnşatçiler eskiden ne kadar namusluymuş.
(Sayıları azalmış olsa da, günümüzde namuslu kalan inşaatçileri ayrı tutarım, yani tenzih ederim.)
Neden “eskiden namusluymuş” diyorum?
Anlatayım:
Deprem bölgelerinde toz ufak olarak yıkılan binalarınkolonlarındaki iri taşları gördük.
Betona katılan iri taşlar, dere kumu ve saire gibi maddelerin inşaatlarda kullunılması yasak.
Ama her toz olmuş binada varlar.
TV’de nefretle izlerken birden hatırladım.
Şöyle 40 yıl öncesine gittim, inşaatların önünden geçerken görürdük.
Ne görürdük bakınız.
Yaklaşık 1.5 metre eninde ve yüksekliğinde, daha büyük de olabilir, bir kalbur vardı. Eya elek diyelim.
Kalın tahta çerçeveyi pencere gibi düşünün, çerçeveye ince delikli tel gerilmiştir.
Çerçeve iki ayakla, 30 derece kadar arkaya eğilerek dik tutuluyordu.
Kamyonlar kumu bu kalburun önüne indiriyordu.
İşçiler kürekleri kuma daldırıyor ve çerçeveye gerilmiş delikli tele atıyorlardı.
İnce deliklerden sadece kum öte yana geçebiliyordu. Taşlar ve kum tanesinden büyük maddeler ön tarafta kalıyordu.
Eski inşaatlar neden yıkılmadı? Diyoruz.
İşte yanıtı:
İnşaatı ypanlar namusluydu!
Vay ,vay, vay. Namussuzluk ne zaman nasıl bu namussuzların içini veba gibi öldürdü.
1980 sonrasına gidersek, köşe dönücüler çağını hatırlarız. Hükümetin başı Özal’dır. “Benim memurum işini bilir” diyerek rüşveti masumlaştırır.
Özal gerçekçidir, ekonomiye çağ atlatır.
Ühlü iktisatçı Adam Smith’in (1723 - 1790) "laissez-faire, laissez-passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ilkesini benimsemiştir.
Devlet ekonomik hayata müdahale etmemelidir. (Bizde, ne haltederse karışma anlaşılır.)
“Adam Smith, Ulusların Zenginliği kitabında şöyle yazıyordu: "(Her birey) kendi çıkarı peşinde koşarken, sıklıkla, etkin olarak topluma katkıda bulunur." Bunaa göre, herkesin bencil olduğu bir toplumda da uyum, bilinçli bir müdahale olmasa da, kendiliğinden oluşacaktır. Bu kendiliğindenliği sağlayan görünmez el, piyasa ilişkileridir.. Yani Smith, doğal düzenin kişisel çıkara göre oluşacağı inancındadır. Bu bakımdan Smith'in doktrini fırsatçı (oportünist) ve gerçekçidir (realist).
Özal, (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ilkesini uyguladı.
Bizde bu kafa maalesef kendi ahlaksızlarını yaratır. Daha doğrusu namussuzları ortaya çıkarır.
“Liberal ekonomi Türkiye’yi zenginleştirir” derken yerli insan malzemesinin kapitalizm eğitimsizliğini i Özal bilmiyormuş meğerse… Yoksa biliyor muydu?
İşte bizim memlekette çıkarcılık dedin mi, “Keriz kravcılığı” serbesttir anlaşılır.
Keriz kimdir?
Serbest ekonomi piyasasının, elbette borsa dahil, üç kağıtçıları kendilerine “uyanık”, parasını çarptığı imasimlara “keriz” der.
Bunlar naylon fatra ile hayali ihracat yapar, çergi iadesi alırlar.
Uyanklar, Özal döneminin yıldızlarıydı. Onlar, vatandaşın birikimini yalayıp yutan bankerlerdi.
Banker diyoruz ama; daha doğrusu ucuza bir banker tabelası yaptran, dükkanına asan kaldırım dolandırıcılarıydı.
*
Fenerbahçe’nin efsane fuutbolcusu Lefter Küçükandonyadis bir gün ziyaretime gazeteye geldi.
Rahmetli Lefter abi eski dost, saygın büyüğümdü. Üzgündü. Bankerliğin bittiği tarihlerdi, en büyükleri Kastelli iflasını bildirmişti. Diğer uyanıklar ise hapisteydi.
Lefter Küçükandonyadis’in Kastelli’de 180 bin lirası varmış. Kastelli parasını vermiyormuş. Lefter abi, “Bundan başka param yok” diyordu.
Vay canına, futbolun bugününde ktif olsaydı 180 bini çerez sayar, milyonlarca dolarlık servetiyle rahat yaşardı.
Lefter’in geldiğini duyan sinyor da (Can Bartu) odama geldi. Gazetenin yazarıydı.
Eski takım arkadaşları kucaklaştı, hal hatır sordular. Can da, Kastelli meselesini öğrendi.
Lefter abi 180 bini kurtarmanın çaresini arıyordu. “Ne yaparız?” dedi.
Sıkıntılara çare olan dostları aradım, onlar kastelli’yi aramış, Lefter abinin parası hazırmış.
Rahmetli ç ok sevindi. Ertesi gün telefon etti, parayı almıştı.
Kastelli sahici bankerdi. İşini dürüstçe sürdürürken giderek çoğalan, ağırlaşanan parayı yönetemedi ve battı. Bbinlerce masumu da kendisiyle birliktebatırarak boğdu.
Bankerler dönemi flaketti. Toplumdaki dar gelirli vatandaşın üç kuruşluk varını yoğunu alarak gazinolarda yediler.
Keriz avı beceri sayıldı. Toplumda yayılan “Keriz – uyanık” ahlaksızlığı elbette inşaat sektörüne de bulaştı.
Uyanık müteahhidin (bunların çoğu keserini kapıp büyük kentlere inen marangoz veya duvarcı ı vs. ustalardı) temelin harcına olabildiğince taşlı kum, daha doğrusu kumlu taşlar konuyordu.
“Üf be, o biçim para kazanıyorlardı.”
Binayı hayatta tutan kolonlar bile taşlı harç ile ve de ince demirlerle yapılıyordu.
Böyle böyle günümüze gelindi. Son depremin yıkıntılarında görmekteyiz.
*
1999 Gölcük – Kocaeli depreminde akıgazetemi şu manşetle çıkarmıştım:
DEPREM DEĞİL MÜTEAHHT ÖLDÜRÜR.
Bu manşet gdillere düştü ve bugünlere – deprem değil, bina öldürür – olarak geldi.
Yanlış. Bina nasıl öldürsün, cansız garbim. İnsan ahlaksız ise çürük inşa ettiği bina çöker, o zaman insanlar ölür.
Kentten köye tüm yerleşim bölgeleri depremle yıkılır ve binlerce masum ölür.
Dünyanın gelmiş geçmiş seri katillerini araştırdım; en büyük cani 300 kişiyi öldüren Pedro adında bir Meksikalı ama a300 cinayete abartma yorumları da mevcut.
İkinci sırada Karındeşen Jack var, 17 can almış.
Bizim depremlerde ise onbinlerce canımız hayatını kaybediyor.
Failler kimler: İnşaatı hileli yapan müteahhit ve kontrol raporna cürük inşaatı sağlam diye yazan kamu personeli. Neden çürüğe sağlam diyor memur, çünkü rüşvet alıyor. Müteahhit ile memur elele veriyorlar. O binada yaşayacak insanların yaşamına son verecek tuzak binayı sağlam diye yutturuyorlar.
Bunlar kendilerine uyanık diyor, ben de ahlaksız katiller diyorum.
Bir numaralı seri katil Pedro 300 insan öldürmüş. Mteahhitlerin ve kusurları görmezden gelen memurların işlediği cinayetler yanında Pedro çırak kalır.
Depremlerdeki can kaybını önlemek için önce ahlak gerekiyor, ahlaksızları seri katil olarak yargılamak gerekiyor. Eski deyimle, ibret_i alem olsun diye.
Faziletli yöneticiler gerekiyor.
Ahlaklı müteahhit ve faziletli yönetici, ikisini bir araya getiren “Tombala!” desin de orada yaşayalım.